Kar

Açıp bakacağım defterlerime: Yazmıştım bir yerlere. Tam o sırada yazmıştım. Her şey olup bittikten sonra değil... O sırada. Aklımda kalanları değil, o anda olup bitenleri yazmıştım. Pencereden bakıp bakıp yazmıştım. Bakıp bakıp çizmek gibi... Yani bir ağaca bakarak o ağacın resmini çizmek gibi, bir çocuğun küçücük ellerini çizmek gibi, ben de baka baka yazmıştım.

O sırada koşmuştu o siyah köpek... Tam o sırada yalpalayarak yürümüştü sarhoş. Ve hemen oracıkta düşürmüştü koyu yeşil renkli şişesini. O sırada güneş çoktan çekilmişti... Ve sarhoşun siyah paltosu daha da kararmıştı. Renkler zaten soluktu ama gün, garip bir aydınlıkla direniyordu. Işığı en çok yansıtan renk hâkimdi çünkü dünyaya ve sesleri en çok örten örtüyle kaplıydı her yer. Renkler gibi sesler de solmuştu ama gün direniyordu.

Pencere bir ekran gibi çerçeveliyordu ve ben mürekkebi satırlar hâlinde akıtıyordum deftere.

Bir şeyi çok özlemiş gibiydim renkler sönerken...

Hava kararıp da sokak lambaları yanarken...

Sokak lambaları yanıp da kar taneleri kararırken...













Gökten yağan taneler, aslında, geceleyin de karanlıktı, gündüz de... Geldikleri yere başımızı kaldırıp da baksaydık, görecektik siyah kar tanelerini. Onların aslında yere düştükten sonra ak-pak olduklarını farkecektik.

Ve onların da, tıpkı yağmur taneleri gibi sesleri olduğunu duyacaktık. Eğer dinleseydik...

O sarı ışıklı sokak lambasının altında, sokağın köşesinde, herkesin evine çekildiği saatte, sadece birkaç dakika, -onlar yumuşacık dokunurlarken yanaklarımıza, çenemize, burnumuzun ucuna- sabırla kulak kabartsaydık, o zaman duyacaktık, kar tanelerinin kurumuş yaprakların, ağaç gövdelerinin, elektrik direklerinin, araba kaputlarının, çöp kutularının ve çatıların üzerine ince bir çıtırtıyla yağdığını, yağdığını, yağdığını...

Ve geceleri kar yağan yerlerde sabahın neden daha erken olduğunu, sabahın neden daha aydınlık olduğunu ve sabahın neden daha sessiz olduğunu bir an anlayacakmışız gibi heyecanlanacaktık.

Ve o gecelerin sabahlarında, annelerin neden kalkar kalkmaz çocuklarının odalarına süzülerek onların uykunun ılıklığını hâlâ taşıyan ellerine dokunup bir sır verir gibi "kar yağmış..." diye fısıldadıklarını düşünürken, annemizden aldığımız hayat iksirini çocuklarımıza hiç bozulmadan aktarabileceğimize dâir bir ümit kabaracaktı içimizde.

Bu sırlı kaplayışın, örtüşün, kucaklayışın ve ele geçirişin, derin ve yumuşacık bir sevginin eseri olduğunun farkına varacaktık.

Kar tanelerinin sesini duysaydık...


fotoğraf: http://flickr.com/photos/trevorhenry/322678284/

4 yorum:

Bahriye dedi ki...

Yazılarınızı çok bğeniyorum.Bir ''kar'' ancak bu kadar derin anlatılır;kaleminize sağlık...
Bahriye

hicbirsey dedi ki...

pek güzel.. burda karın esamesi yok ne karın ağrısıysa..

melike dedi ki...

Bahriye Hanım, çok teşekkürler güzel düşünceleriniz için...

Ve Hiçbirşey... Geleceğim oraya...

Zamandan Sızan dedi ki...

bu yazılarını daha sık yazabilsende bizde daha çok okuyabilsek..bütün kızlar toplandık yaptık ama melike yoktu :( seninle tekrar toplanalım..
birde nasıl uydurduysam blog adresimi bilemiyorum onu düzeltsene yoksa gelemezsin bana..
kiymetbozkurt70.blogspot.com