Yol Arkadaşı

10 numaralı koltuğa gülümseyerek yürüyorum. Koridordaki koltukları epeydir pencere kenarlarına tercih ediyorum. Bu tercihimle başka kadınlardan ayrıldığımı hissettiriyor rezervasyon yaptırdığım otobüs firmalarının son zamanlarda gayet şık hâle gelmiş yazıhanelerinin görevlileri. Pencere kenarı, daha seyrek seyahat ettiğim zamanlarda bana özgürce hayal etme imkânı sağlardı. Şimdi daha sık yolculuk ediyorum. Koridor tarafında daha rahat hissediyorum kendimi; her an kalkabilirim yerimden; kalkarken birini rahatsız etmemiş olurum. Bu da özgürlük… Hayal edilen değil, gerçek bir özgürlük. Küçük, kısıtlı, fakat gerçek…

9 numaralı koltuktaki kadın bana gülümsüyor. Ben de "merhaba" diyorum. İlk cümlelerimizi hatırlamıyorum. Ama önce o giriyor söze ve "Türkiye'nin hâli…" diyerek başlıyor. Sonra "İstanbul'un hâli…"ne geçiyoruz. İstanbul güvensiz, İstanbul kalabalık, İstanbul tekinsiz, İstabul eğitimsiz… Pendik'te yaşıyor; Pendik'ten de memnun değil. Sahildeki yerler, gece belli bir saatten sonra tatsızlaşıyor. Altı yıldır İstanbul'da; Ankara'da doğmuş, büyümüş ve çalışmış. Ankara'yı özlüyor. Annesi-babası ve arkadaşları orada. Kızını Ankara'ya götürüp bırakmış. Şimdi onu geri almaya gidiyor. On beş gündür uzak ondan. "Çok özlemişsinizdir" diyorum. "Felâket!" diye cevap veriyor, gülümseyerek.

Matbaacıymış. Ankara'dayken de matbaacılıkla uğraşmış. Ders kitapları basmışlar. Eğitim dünyasına yakınlaşmış o zaman. Öğretmenlerden arkadaş edinmiş. Şimdi, İstanbul'daki müşteri profilinden de pek memnun değil. Yeniden Ankara ile İstanbul'u karşılaştırmaya başlıyor.

Kırıkkale'de iki yıllık bir okulu bitirmiş. Yurtta kalmış. Yurt ve okul arkadaşlarını özlemle anlatıyor. Şimdi Ankara'ya varınca, programının bütün yoğunluğuna rağmen, bir koşu gidip okul arkadaşlarıyla da buluşacak. Gençlikte kurulan arkadaşlıkların tadı başka arkadaşlıklarda olmuyor. Hatta geçen gün aramış içlerinden birisi. Hepsi biraradalarken… Gülerek "Kıskandım" diyor. "Dağılın! Ayrılın hemen birbirinizden, dedim." Gülüyor…

Güleç, zeki ve iyimser… Konuşmayı çok sevdiği her halinden belli ama bir o kadar da iyi ve içten bir dinleyici.

*

Yol bir ırmak gibi pencere kenarından akıyor. Zaman da dolgun bir kıvamda, pencere kenarında akan yolu derinden dolduruyor.

Mola yerine vardığımızda, aradan geçen iki saatte hiç susmamış olduğumuzu farkediyorum.

Yol, arkadaştır.

İzin verirsek bizi birbirimize arkadaş yapıyor…

Şehirlerarası Sorular

Terminal, şehre mi aittir? Terminaldekiler şehre ait hissederler mi kendilerini? Tren istasyonlarında tren bekleyen yolcular, istasyonun bulunduğu şehirde midirler, yoksa gidecekleri şehre varmışlar mıdır daha şimdiden? Bazıları küçük bir köy kadar büyük olabilen havaalanlarındaki yolcular, ayaklarını bastıkları şehirde midirler, yoksa monitörlerden takip ettikleri uçuşların menzilinde mi?

Ya, yolculamaya gelenler? Yolculama anında şehirlerinden biraz olsun kopmazlar mı? Yolcularını karşılayanlar? Kucaklaşma anında, biraz da yolcularının şehirlerini kucaklamıyorlar mıdır?

Yolcular ve yolculamaya gelenlerin, sözleri nerede tükenir? Sohbet, hangi noktada kesintiye uğrar? Yolcunun eli, valizinin sapını kavrarken, zihninin gözleri, gideceği şehrin sokaklarını şimdiden görmeye başlamışken, yolculamaya gelen, yolcusunu mu kıskanır yollardan, yolları mı hayal eder gizli gizli?

Karşılayanlar ve karşılananlar? Karşılaşma anında, her iki tarafın da kendi şehirlerinde olduklarını söyleyebilir miyiz? Birbirlerinin şehirleri, birbirleri gibidir; ama yolcu da, karşılayan da, şehirlerinde değildir. Onlar öyle olmadıklarını bilmezler.

Otobüs ve tır şoförleri, şehirlerarası otobüslerin servis görevlileri, dağ başlarındaki konaklama yerlerinin kasiyerleri, benzin istasyonlarının pompacıları hangi şehirde yaşarlar? Bizler için yollara ait olan bu insanların da bir evi ve bir şehri var mıdır?

Bir şehir nerede biter, öteki nerede başlar?

Bir insan ne zaman yolcudur, ne zaman hancı?

Şarkıdaki soru gibi: Neresi sıladır, neresi gurbet?

Kaybolan Arılar

Elimi bir ya da iki kere arı soktu, sanırım. Birincisini cok iyi hatırlıyorum. İlkokuldaydım. Birinci ya da ikinci sınıfta… Teneffüs zili çalmıştı. Sıcak bir sonbahar günüydü. Sabahtı… Sınıftan ve koridordan çıkmış, okul bahçesine doğru koşmuştum. Ana kapıdan çıkar çıkmaz, sağ elimde bir yanma hissetmiştim. Teşhisi kim koydu, hatırlamıyorum. Ama elimi arı soktuğuna karar verilmişti. Sokan arının da fazla yaşamaycağını söylemişlerdi.

Arı sokması, acı bir olay olarak yer etmedi zihnimde. Ama tabii, pek de hoş bir şey değildi. Üstelik her bünye benimki kadar kolay atlatmıyor arı sokmasını. Bazılarının allerjisi var: Her yerleri kabarıyor.

Arının beni soktuğu günkü kadar güneşli bir günde yapılan okuma bayramından "arı vız vız vız" rontunu hatırlıyorum bir de hemen. Rontun şarkısının sözleri, "Yaz geldi çiçekler açtı, arılar hep çalıştı/ Arı vız vız vız/ Arı vız vız vız… diye bağırır…" diye devam ederdi. Onlar için ront yaptığımıza göre saygı duyulacak hayvanlardı.

Diyorlar ki, arılar da global ısınmadan payını almış. Galiba terk-i diyar etmişler başka bir gezegene… Çiçeklerin açması, soylarının devamı onlara bağlıymış, onlar taşırlarmış çünkü tohumları; böyle giderse bazı bitki türlerinin devamı tehlikeye girecekmiş.

Şu günlerde bir arı soksa, bir arı girse pencereden içeri, arıları görsek bahçemizde, mutlu olacağız demek ki…

Son zamanlarda okuma bayramlarında hangi hayvan için ront yapıldığından ise haberim yok.

"Arı"yı dikkatlerinize sunuyorum.

İlk Yazım

İlk yazımı herkes gibi ilkokuldayken yazmıştım. Ve ilk harfim -herkesinkinin aksine- "S" harfiydi. Bunun sebebi de -zannediyorum- Ekim doğumlu olduğum için okula bir ay kadar geç başlamış olmamdı. (6 yaşımı tam doldurmadan okula almamış olduklarını tahmin ediyorum.) Okula geç başlamış olmanın bedeli, ilk harfleri, A'yı, B'yi ve S'ye kadar olan diğer harfleri "kaçırmış" olmaktı. Böylece benim okulda yazdığım ilk harf "S" oldu.

"S", şimdi gayet iyi anlaştığım bir harf olmakla birlikte o zaman bana zor gelmişti. S'nin kıvrımları beni epeyce zorlamıştı. Okuldaki ilk günümün, sağ elimin orta parmağında bir yarayla son bulduğunu hatırlıyorum. Öğlen beni okuldan almaya gelen annem ve babamla bakkala uğrayıp yara bandı aldığımızı…

Okuldan çıktığımda hava sıcaktı. Ekim sıcağı… Ama biz güneydeydik. Ekim, kuzeyin Ekimlerine benzemez oralarda. Antep'in sıcağında Ekim, yakıcıydı. Siyah önlükler üstümüzdeyken daha da yakıcı…

Antep, göğsünü gere gere güneydeydi…