Fazlaca derinden de değil;
öyle yüzünden yüzünden, ığıl ığıl akan bir suyun… üstüne ışıktan dokunuşlar
düşmüş…
Serin de denemez ılık
da, var gibi yok gibi bir dokunuşla, elime de değil, parmaklarıma dokunuşu
gibi, parmaklarının ucuyla parmaklarımın ucuna dokunuşu gibi,
var gibi yok gibi,
yok gibi bir rüzgârın yüzüme dokunuşu gibi, var gibi yok gibi bir gülümsemenin
yüzüne dokunuşu gibi, gözlerinin gözlerime var gibi yok gibi dokunuşu gibi, sen
evvelden tanıyormuşsun gibi, ben hepten unutmuş da şimdi hatırlıyormuşum gibi,
çocukluğuma dair bir hatıranın kahramanıyla yeniyetmeliğimde tanıştırılıyormuş
gibi hafif mahcup hafif muzip, rolleri aramızda paylaşmadan, hiç olmamış o
maziye hiç de gerek duymadan, geçmiş yaratmaya da çalışmadan, hatırlamaları
geçmiş yapmadan, şimdi, hemen şimdi, şimdi başlamak ve şimdi bitirmek, sonra
şöyle bir hatırlamak şöyle bir unutmak, şöyle bir uyumak şöyle bir uyanmak, şimdi
biz, şimdi hiç, şimdi biz, uykudan yeni uyanmış, uykuya yeni dalmış gibi, ne
şuur ne şuursuzluk, öyle yüksüz, öyle hafif...
Kelimeleri ve kelimesizlikleri çapaksız
bir yumuşaklıkla alan bir hiç, bir biz, bir hiç, biz bir hiç gibi... Ne sözün ne
sessizliğin tercihi… o ığıl ığıl, o ılık akışın içinde, ne akış, ne duruş… gün batımı
ile doğumu anları arasındaki farksızlık gibi.. gidiyor muyduk, dönüyor muyduk,
öylesine duruyor muyduk, öylesine miydik, böylesine mi… ne konuşuyorduk, ne
susuyorduk, tanışmış mıydık, tanıştırılmış mıydık, kiminle tanıştırıyorduk
kimleri kimleri… neyle gönderdik öyle o duygu gibi değil gibi şeyleri o hiç ile
biz arasında…
Buradaymışsın gibi,
hiç burada olmadın gibi, orası yok gibi…
Gittin gibi, gitmedin
gibi…
İşte öyle bir hafiflik…
Öyle bir su…
Fotoğraf: https://www.flickr.com/photos/33648476@N00/