Bursa'da Zamansızlık

Dağa yaslar sırtını ya da sırtı, bizzat kendi dağıdır. Yüzünü nereye dönsen, yön adını dağa göre alır. Dağ, pencerenin ardında salınan dalların sessizliğine koyu bir fonla eşlik eder. Dallar içten içe haykırır ama dağ, susar.

Bursa'da zamanın nabzı, eski bir cami avlusunda değil, küçük şadırvanda şakırdayan suda da değil, o dağda atar... O dağın gölgesinde yürür, yolumuzu buluruz. Susayınca eğildiğimiz çeşmelere o dağın gölgesi düşer. Şehirdeki yokuşlara sebep hep o dağdır; inişler de ondandır.

Sabah uyanınca kış mıdır yaz mı, bilinmez. Dağın söyleyecekleri beklenir. Dağ, sabah namazından sonra konuşur. Cami avlusunun, şadırvandaki suyun, yuvasındaki güvercinin, asırlık çınarın, yeni döşenmiş kaldırımların söylediklerini dinlemiştir. Şimdi buyuracaktır, zaman ne, mevsim hangisi...
Ama dediklerini duymak ve anlamak için onunla gözgöze gelmek gerekir.
Gözgöze gelmek ve bir müddet öylece kalmak gerekir.
O bakışlar altında can çekişmek ve can vermek gerekir.
Zamanın ve mevsimin olmadığını anlamak için...