
Işıklar görünür pencerelerden. Ve karanlık pencereler görünür pencerenizden...
Hiç ses yokmuş gibidir dışarıda. Hemen geçip gittiğiniz o yolun kenarında. O ışıklı pencerede... Ya da karanlık bir göz gibi bir duvara yerleştirilmiş kara çerçevede.
Hiç yolcusu yokmuş gibidir otobüsünüzün, herkes uyurken. Siz de uykuya dalarsınız. Denizin üzerinde sırtüstü hareketsiz kalmak gibi, dünyadan, bedeninden tam olarak ayrılmadan; sesleri suyun içinden boğuk boğuk duymaya devam ederek...
Uyur, uyanır, sınırları belirsiz şehirler görürsünüz. Çoktan uyuduklarını düşünürsünüz o şehirlerin tanımadığınız -tanımadığınız için de size yabancı olduklarını düşündüğünüz- insanlarının...
Bir de bıraktıklarınız vardır:
Şehirlerinizin arası açıktır.
Şehirlerinizin arasına başka şehirler de girmiştir.
Şehirleriniz birbirine uzak düşmüştür.
Şehirlerarasındasınızdır.
Uzaklaştıkça aranızı açarsınız. Kendi iradenizle... Sevgilinin ve kendi şehirlerinizi istisna tutarak aradaki şehirlere sitem edersiniz içten içe. "Aramızdaki şehirler" diye adlandırırsınız onları. Adlandırdığınız anda da "biz"den bahseden bu tamlamayla yeniden birleşirsiniz, tamamlanırsınız.
Ama biraz düşününce zaten farkedeceksinizdir, aramızdaki şehirlerin vücutlarımızdan ibaret olduğunu...
Aramızdaki şehirlerin....